ABD borsaları, dün hükümet kapanması haberiyle kısa süreli bir şok yaşasa da OpenAI’den gelen haberle endeksler yeni zirveler gördü. Bu da, piyasanın ne kadar güçlü bir yapay zekâ rüzgarı ile beslendiğini gösteriyor.
OpenAI, çalışanlarının yaklaşık 6,6 milyar dolarlık hisse satışı yaptığı anlaşmanın ardından 500 milyar dolar değerlemeye ulaştı. Bu değerleme ile ChatGPT’nin geliştiricisi, Elon Musk’ın SpaceX’ini geride bırakarak dünyanın en değerli girişimi konumuna yükseldi.
Şimdi ise yatırımcıların bir süredir aklını kurcalayan bir soru var: “Boğa piyasası mı, balon mu?”
Çünkü ABD borsaları 2025’te adeta hız kesmeden yükseliyor. Yapay zekâ dalgası, Fed’in faiz indirimleri, altın ve Bitcoin’deki rekorlarla birleşince ortaya tarihi bir ralli çıktı.
Piyasalara yön veren en kritik göstergelerden biri olan Buffett İndikatörü ise sert bir uyarı veriyor: ABD hisse senetleri, ekonominin büyüklüğüne kıyasla tarihte hiç olmadığı kadar pahalı.
Bu göstergeyi yatırım dünyasına kazandıran Warren Buffett, yıllar önce “borsaların en iyi değerleme barometresi” olarak tanımlamıştı.
Mantık basit: Tüm şirketlerin piyasa değerini ülkenin Gayrisafi Yurtiçi Hasılası ile kıyaslıyorsun.
Sonuç çok şey anlatıyor. 2000’de dot-com balonu patlamadan hemen önce oran %150’ye çıkmıştı. 2008 krizi öncesinde yine benzer bir yükseliş vardı. Bugün ise oran %217 ile tarihi zirvede.
Bu seviyeyi Buffett’ın kendi sözleriyle özetlemek gerekirse: “Ateşle oynamak.”
Peki bu tablo, gerçekten yaklaşan bir balonun habercisi mi, yoksa ABD’nin yeni teknoloji temelli ekonomisi böyle yüksek değerlemeleri haklı çıkarabilir mi?
Buffett İndikatörü alarm veriyor
Buffett İndikatörü’nü hesaplayabilmek için bir ülkenin toplam hisse senedi piyasa değerini o ülkenin gayrisafi yurtiçi hasılasına (GSYH) bölüyorsunuz. Ortaya çıkan oran, borsaların ekonomiye kıyasla şişkin mi, yoksa ucuz mu olduğunu gösteriyor.
Warren Buffett yıllar önce bu metriği “uzun vadeli yatırımcılar için belki de en iyi tek ölçüm” diye tanımlamıştı. Çünkü sonuçta bir ülkenin borsası, o ülkenin ekonomisinden tamamen kopuk bir şekilde büyüyemez.
Bugün ise ABD’de bu oran %200 seviyesini aşmış ulaşmış durumda. Yani basitçe söylemek gerekirse, borsanın toplam değeri ABD ekonomisinin yaklaşık iki katına çıkmış.
Normalde sağlıklı kabul edilen eşik %100 civarındadır; %120’nin üzeri pahalı, %150’nin üzeri ise aşırı pahalı kategorisine girer. 2000’deki dot-com balonu sırasında bu oran %150’yi görmüştü. 2008 krizinden önce %110 civarındaydı. Bugün geldiğimiz seviye, bu iki tarihi dönemi de geride bırakıyor.
Bu tablo doğal olarak “balon” tartışmalarını yeniden alevlendiriyor. Ancak işin ilginç yanı, piyasaların bu kadar pahalı görünmesine rağmen yatırımcı iştahının azalmaması. Tam tersine, teknoloji hisselerine olan talep rekor kırıyor, yapay zekâ devrimi etrafında inanılmaz bir hikâye yazılıyor.
Nvidia (NVDA), Microsoft (MSFT), Apple (AAPL) gibi devler trilyon dolarlık değerlemelerle işlem görüyor. Yatırımcıların gözünde bu şirketler sadece “hisse” değil, adeta yeni ekonominin altyapısını kuran kurumlar. Dolayısıyla “burası pahalı, o zaman satış yapalım” düşüncesi kolay kolay işlemiyor.
Bunu anlamak için tarihsel bir karşılaştırma yapmak faydalı. Dot-com döneminde internetin getireceği dönüşüm konuşuluyordu, ama iş modelleri zayıftı, kârlar yoktu. Bugünse yapay zekâ, bulut bilişim ve yarı iletken devrimi hem gerçek kazanç hem de güçlü nakit akışı yaratıyor.
Yani yatırımcılar için bu seferki hikâyeyi daha ikna edici yapan şey, sadece beklenti değil, aynı zamanda kârlılık da olması. Ancak bu durum Buffett İndikatörü’nün verdiği alarmı tamamen görmezden gelmeyi haklı çıkarır mı? Orası tartışmalı.
Çünkü bu seviyeden sonra risk-getiri dengesi yatırımcılar için giderek zorlaşmaya başlıyor. Bir tarafta ekonomiden kopmuş bir borsa var, diğer tarafta tarihin en güçlü teknoloji şirketleri.
Bu denge yatırımcılara aslında iki mesaj veriyor: “Evet, uzun vadede büyüme hikâyesi devam edebilir ama kısa vadede sert düzeltme riskini akılda tutmak gerekir.”
Özellikle faizlerin hâlâ yüksek kaldığı, Fed’in gevşeme konusunda temkinli olduğu bir ortamda bu risk daha da belirginleşiyor.
Bir başka kritik nokta da yatırımcı davranışı. Buffett İndikatörü’nün bugünkü seviyeleri, aslında piyasaların beklentiler üzerine nasıl şişebileceğini gösteriyor.
Çoğu zaman yatırımcılar piyasanın ucuzlamasını beklemez, tam tersine trendin devam edeceğine inanarak alıma koşar. Bu da balonların neden kolay kolay patlamadığını ama patladığında neden çok sert sonuçlar doğurduğunu açıklar.
Buffett İndikatörü geçerliliğini yitiriyor mu?
2025’te ABD borsalarını domine eden teknoloji devleri ve diğer büyük ihracatçı şirketler, Buffett İndikatörü mantığını sorgulamaya itiyor.
Neden mi? Çünkü endeksin en büyük ağırlığını oluşturan şirketler artık yalnızca ABD ekonomisinden gelir elde etmiyor. Nvidia’nın gelirinin yarısından fazlası yurtdışından geliyor, Microsoft ve Apple da benzer bir dağılıma sahip. Yani bu devlerin piyasa değerleri, ABD GSYH’si ile doğrudan korelasyona sahip değil.
Bu noktada eleştirel bir yaklaşım devreye giriyor: İhracatçı şirketlerin global gelirleri göz önünde bulundurulmadan yapılan ölçümler, ABD piyasasının “fazla değerli” olduğunu abartabilir.
Yani Buffett İndikatörü, küreselleşmiş ve dijitalleşmiş günümüz ekonomisinde geçmişteki kadar doğrudan geçerli bir sinyal olmayabilir.
Elbette bu, piyasaların riskli olmadığı anlamına gelmiyor. Hâlâ yüksek değerlemeler ve daralan getiri marjları yatırımcıları temkinli olmaya zorluyor. Ancak, göstergenin tek başına piyasa değerlemesini yorumlamak için yeterli olmadığını anlamak kritik.
Yatırımcılar artık, şirketlerin uluslararası faaliyetlerini ve dijital gelirlerini dikkate alarak daha nüanslı bir değerlendirme yapmak zorunda. Bunun için de hisse seçerken güncel değerlemeyi büyüme beklentilerine oranlayan PEG oranını göz önünde bulundurmak önem arz ediyor.
Peki bu pahalı piyasada yatırımcılar ne yapmalı?
Buffett İndikatörü bize açık bir uyarı veriyor: ABD borsaları ekonominin iki katına ulaşmış durumda ve bu tarihsel olarak ciddi risk anlamına geliyor.
Ancak bu, piyasadan tamamen çıkmanız gerektiği anlamına gelmiyor. Tam tersine, uzun vadeli kazanmak isteyen yatırımcı için strateji, riskleri yönetmek ve fırsatları seçmekten geçiyor.
İlk adım, portföyünüzü savunma ve saldırı dengesine göre konumlandırmak. Howard Marks’ın risk yönetimi yaklaşımı burada yol gösterici olabilir.
Marks, aşırı değerlenmiş piyasalar karşısında tek bir seçenek olmadığını vurgular: tamamen satmak yerine “hazır olma seviyenizi” ayarlamak gerekir.
Örneğin, halter stratejisi kullanabilirsiniz: Portföyünüzün bir kısmını güvenli, temettü verimi yüksek, istikrarlı şirketlerde tutarken diğer kısmını büyüme potansiyeli yüksek teknoloji veya yenilikçi alanlara ayırabilirsiniz. Böylece hem risk sınırlanır hem de büyüme fırsatları yakalanır.
Halter stratejisiyle ilgili daha fazla okuma için buraya göz atabilirsin.
İkinci olarak, sadece F/K veya fiyat-gelir oranlarına bakmak yeterli değil. Bugünkü piyasada Shiller CAPE ve CAPE getiri farkı gibi göstergeler, Buffett İndikatörü’nün tek başına göremediği nüansları ortaya koyuyor.
Şu an S&P 500’ün CAPE oranı yaklaşık 39,6, bu da dot-com balonunun zirve seviyelerini hatırlatıyor. Risk-free getiri olan 10 yıllık ABD tahvil faiziyle karşılaştırıldığında, “fazla getiri potansiyeli” oldukça sınırlı. Bu da demek oluyor ki piyasa genelinde yüksek fiyatlar yatırımcılara ekstra prim kazandırmakta zorlanacak.
Üçüncü olarak, portföyde global çeşitlendirme kritik bir unsur. ABD borsaları tarihin en pahalı seviyesinde, ancak diğer büyük ekonomiler hâlâ makul değerlemeler sunuyor.
Çin, Japonya, Avrupa hatta Türkiye piyasaları Buffett İndikatörüne göre daha düşük riskli. Örneğin Çin’in indikatör oranı %73 civarında, Almanya ise %53. %100’ün altının ucuz kabul edildiğini unutmamak gerekiyor. Türkiye’de ise oran %26’ya düşerek diğer ülkelere göre ucuz görünüm sunuyor. Bu, ABD’den farklı fırsatlar yakalamak için portföyünüzde dengeleyici bir rol oynayabilir.
Dördüncü olarak, makro temaları göz önünde bulundurmak gerekiyor. 2025 rallisi, yapay zekâ, veri merkezleri ve mega teknoloji şirketleri etrafında şekillense de tarih bize gösterdi ki, piyasalar hikaye ve likiditeyle şiştiğinde, bir süre sonra gerçekler fiyatlara yansır. Bu yüzden, hem trendi takip edip fırsatları değerlendirmek hem de piyasanın ani düzeltmelerine karşı temkinli olmak önemli.
Son olarak, Buffett’ın kendi yaklaşımı da ufukta önemli bir mesaj veriyor: Berkshire Hathaway’in son iki yılda nakit biriktirmesi, “bekle-gör” stratejisinin klasik bir örneği.
Bu, piyasalar aşırı pahalıyken aceleci hareket etmemenin, uzun vadede daha sağlıklı getiri sağlayabileceğinin göstergesi.
Burada yer alan bilgiler yatırım tavsiyesi içermez. Bilgi için: Midas Sorumluluk Beyanı
Bu yazı hazırlanırken faydalanılan kaynak: SeekingAlpha, CNBC, Simply Wall St