Piyasalar, ABD Başkanı Trump’ın bugün saat 22.00’de açıklayacağı tarifelere odaklandı.
Trump’ın planladığı yeni gümrük tarifeleri, ticaret politikasının basit bir korumacılık adımından çok daha fazlasını ifade ediyor. Çünkü bu plan, sadece ithalat maliyetlerini değil, küresel arz zincirlerini, fiyatlama yapısını ve büyük şirketlerin tedarik stratejilerini de yeniden tanımlama potansiyeline sahip.
Trump’ın “Kurtuluş Günü” ilan ettiği 2 Nisan tarihi, aslında ekonomik egemenliğin yeniden kazanılması iddiasıyla meşrulaştırılan bu girişimin sembolik zirvesi.
Gümrük planı, “Kirli 15” olarak nitelendirdiği ülkeleri hedef alıyor: Çin, Japonya, Kanada, Meksika, Hindistan ve tüm Avrupa Birliği ülkeleri.
Ancak bu kez dikkat çeken fark, tarifelerin sadece ülke bazlı değil, sektörel boyutta da şekillenecek olması.
Açıklanacak tarifelere göre portföyünü gözden geçirmen, olası piyasa düşüşlerine karşı seni koruyabilir.
Basit bir ticaret dengesi sorunu değil
Geçmiş ticaret savaşlarının verileri, tarife artışlarının genellikle kısa vadeli enflasyonist etkiler yarattığını ve tüketici güvenini zedelediğini gösteriyor. Fakat bu sefer farklı, çünkü riskler daha katmanlı.
Geçen yıl ABD’nin ithalat bağımlılığı 14% artış gösterdi. Tedarik zincirlerinde Çin, Tayvan ve Almanya gibi merkez ülkelerin ağırlığı halen çok yüksek. Bu yüzden tarifeler, üretim maliyetlerini yukarı çekerken yerli arz ikamesi yaratmak için gereken altyapı yatırımları için yeterli zaman olmadığından fiyatlar üzerinde yukarı yönlü baskı oluşturabilir.
Son üç ayda ABD’de çekirdek enflasyon 3,2% seviyesinde kalırken enerji fiyatlarındaki sınırlı düşüş bile manşet enflasyonda belirgin soğumayı sağlayamadı. Goldman Sachs, tarife kaynaklı maliyet baskısının önümüzdeki 6 ayda fiyatlar genel seviyesine 0,5%–0,8% katkı yapmasını bekliyor.
Piyasalar tarifeleri ne kadar fiyatladı?
Piyasaların son dönemde yaşadığı düzeltmelerin arkasında sadece gümrük vergisi korkusu yok. İlk çeyrekte S&P 500 yaklaşık 5% düşerken, teknoloji ağırlıklı Nasdaq 10%’un üstünde değer kaybetti. Özellikle bazı teknoloji hisselerindeki ayrışmalar daha dikkat çekiciydi. Örneğin Tesla’nın (TSLA) 36%, Nvidia’nın (NVDA) 20% değer kaybetmesi daha yapısal bir soruna işaret ediyor: büyüme hisselerinde ivme kaybı.
Bununla birlikte, satışların büyük bölümü “Muhteşem Yedili” olarak adlandırılan teknoloji devlerinden geldi. Geri kalan 493 hissede ortalama düşüş 6,6% ile sınırlı kalırken Nasdaq’ın 10%’dan fazla gerilemesi daha çok bu yedi teknoloji devinin performansından kaynaklandı. Yani bu düşüş tarifelerden çok, büyüme beklentilerinin yavaşlamasıyla ilgili.
Diğer yandan bireysel yatırımcı davranışı bu dönemde oldukça dikkat çekici. Yılbaşından bu yana bireysel yatırımcılar ABD hisselerine 67 milyar dolar net giriş yaptı. Bu rakam, özellikle profesyonel fonların çıkış yaptığı bir dönemde dikkat çekici olarak değerlendirilebilir. Tesla ve Nvidia’ya sadece bir haftada toplamda 5 milyar dolara yakın giriş olması, “dipten al” stratejisinin hâlâ güçlü şekilde sürdüğünü gösteriyor.
Tüm zinciri etkileyen dalga
Tarifelerin etkisi sadece doğrudan hedef ülke ve sektörlerle sınırlı kalmayacak. Bu adımın zincirleme etkileri, kur ve faiz gibi finansal kanallarla geniş çaplı yayılabilir.
Öncelikle döviz cephesinden başlayalım: Ticaret dengesizliği yaşayan ülkelerin para birimlerinde baskı artarken doların küresel çapta güçlenmesi bekleniyor. Bu da ABD’li ihracatçıların rekabet gücünü zayıflatabilir, çünkü daha güçlü bir dolar ürünlerin yurt dışındaki fiyatını artırıyor.
Faiz tarafında ise durum daha kritik. Gümrük vergilerinin enflasyonu artırıcı etkileri nedeniyle yatırımcılar uzun vadede daha yüksek fiyat artışları beklemeye başladı. Bu da 10 yıllık ABD tahvil faizlerini yeniden 4,35% seviyelerine kadar taşıdı. Faizlerin bu şekilde yükselmesi, şirketlerin sermaye maliyetini artırıyor ve yeni yatırımlar için gerekli olan finansmanı daha pahalı hale getiriyor.
Geçmiş deneyimler gösteriyor ki belirsizlik arttığında şirketler büyük yatırımları erteliyor. “Bekle-gör” yaklaşımı devreye giriyor ve bu da hem büyüme hem de istihdam yaratma açısından olumsuz bir tablo doğuruyor. Kısacası, tarifeler sadece ürün fiyatlarını değil; yatırım kararlarını ve ekonomik dinamizmi de baskılıyor.
Riskler nerede yoğunlaşıyor?
Yeni tarifeler en çok ithalata bağımlı, marjları zaten baskı altında olan sektörleri vuracak gibi görünüyor.
Otomotiv sektöründe 25% ek vergi kararının 3 Nisan’da yürürlüğe girmesiyle birlikte bu alan ilk dalgayı yaşamış oldu. Özellikle Avrupa ve Asya merkezli tedarik zincirlerine bağlı üreticiler bu gelişmeden doğrudan etkilendi. Otomobil parçası ve montajına yönelik dış alım yapan firmaların maliyetleri artarken fiyatlara yansıtılamayan her artış, kâr marjında daralma anlamına geliyor.
Yarı iletken sektörü de radar altında. ABD üretiminin halen yetersiz olduğu bu alanda Tayvan, Güney Kore ve Çin’den yapılan ithalat, tarife kapsamına girerse üreticilerin maliyetleri önemli ölçüde artabilir. Özellikle Apple (AAPL), AMD (AMD), Nvidia (NVDA) gibi yüksek teknoloji üreticilerinin tedarik yapıları bu durumdan etkilenebilir. Bu şirketler regülasyonların zamanlaması ve kapsamı netleşmeden sermaye harcamalarında frene basabilir.
İlaç sektöründe ise hem hammadde hem de nihai ürün ithalatı kritik. Hindistan ve Avrupa’dan ithal edilen jenerik ilaçlar ve etkin maddeler üzerindeki yeni vergiler, ilaç fiyatlarını artırabilir ve sağlık sistemleri üzerinde dolaylı baskılar yaratabilir. Marj yapısı daha hassas olan jenerik üreticiler bu durumda daha kırılgan bir hale gelebilir.
Peki, kimler direnç gösterebilir? Bu ortamda iç pazara dönük, ithalata bağımlılığı düşük, yüksek nakit rezervi olan ve borçluluğu sınırlı firmalar öne çıkabilir. Hisse seçiminde aşağıdaki kriterlere özen gösterebilirsin:
- Güçlü serbest nakit akışı: Kendi yatırımlarını finanse edebilen, borçlanmaya ihtiyaç duymayan şirketler, faiz artışı ve belirsizlik ortamında rekabet avantajı sağlar.
- Düşük dış ticaret hassasiyeti: Satışlarının büyük bölümü yurt içine yönelik olan şirketler, dış ticaret politikalarındaki oynaklıktan daha az etkilenir.
- Güçlü fiyatlama gücü: Özellikle temel tüketim ve sağlık gibi sektörlerde faaliyet gösteren şirketler, maliyet artışlarını müşteriye yansıtma konusunda daha başarılıdır.
- Temettü sürdürülebilirliği: Nakit pozisyonu güçlü olan şirketler, volatil dönemlerde dahi temettü ödemelerini sürdürebilir. Bu da yatırımcılar açısından ek bir güvence sağlar.
Defansif sektörler bu anlamda yatırımcının güvenli limanı olabilir. Sağlık, temel tüketim ve kamu hizmetleri gibi daha düşük beta değerine sahip sektörler, kriz dönemlerinde daha az değer kaybeder ve volatiliteye karşı koruma sağlar.
Ayrıca altyapı ve enerji taşımacılığı gibi alanlarda faaliyet gösteren ve gelirleri düzenli olan şirketler, makroekonomik belirsizliklerin yoğunlaştığı dönemlerde portföy içinde denge unsuru olabilir.
Yılbaşından bu yana enerji sektörünün ortalama getirisi 10%’a yaklaşırken temel tüketim, kamu hizmetleri ve sağlık sektörlerinin ortalama getirisinin 4%’ü aşması da bunu kanıtlar nitelikte.
Yatırım portföyünü nasıl şekillendirmelisin?
Bu tür belirsizlik dönemlerinde yatırımcıların temel odağı, portföy dayanıklılığını artırmak ve likidite riskine karşı hazırlıklı olmaktır. Bu nedenle ilk adım, portföyünde kısa vadeli tahvil ve nakit benzeri varlıklara belirli bir alan açmak olmalı. Bu tür araçlar, ani volatilite dalgalarında portföyü stabilize etmeye yardımcı olur. Bununla birlikte, az önce detaylandırdığımız defansif sektörlerdeki şirketlere yönelmek de stratejik olabilir.
Altın gibi enflasyona duyarlı varlıklar da bu dönemde portföylerde yer bulabilir. Özellikle fiyat artışları hızlandığında, altın gibi reel varlıkların değeri genellikle artar. 2025’in ilk çeyreğinde artan tarife belirsizliği, faizlerin yüksek kalma ihtimali ve küresel ekonomide yavaşlama sinyalleri altın fiyatlarını rekor seviyelere taşıdı ve ons altın 3.149 dolar ile zirveyi gördü.
Analistler, bu yükselişin geçici olmadığını düşünüyor. Goldman Sachs, yıl sonu altın fiyat hedefini 2.700 dolardan 3.300 dolara yükseltti. Analistler, özellikle merkez bankalarının güçlü alımları, reel faizlerin sınırlı artış potansiyeli ve Çin gibi gelişen ekonomilerde bireysel altın talebinin artmasının bu yükselişi destekleyeceğini belirtiyor. Citibank analistleri ise daha da iddialı: 2025 sonuna kadar altının 3.500 doları görebileceğini öngörüyorlar.
Altına benzer şekilde, altyapı yatırımlarına odaklı şirketler ya da enflasyona endeksli tahviller de bir çeşit koruma sağlayabilir.
Ama her şeyden önce yatırımcıların düşüşlerden yararlanmak için panik yerine planlı ve disiplinli yaklaşmaları kritik. Kademeli alım, yeniden dengeleme ve sektör çeşitliliğini artırma gibi stratejilerle bu dalgalı dönemde pozisyon almak mümkün olabilir.
Burada yer alan bilgiler yatırım tavsiyesi içermez. Bilgi için: Midas Sorumluluk Beyanı
Kaynak: Saxo, New York Times, MooMoo