Dünya enerji savaşları artık sadece petrol ya da doğalgazla sınırlı değil. Yeni cephe, teknolojinin kalbinde atıyor: nadir toprak elementleri.
Dün gelen haberlere göre Ankara ve Washington, Batı Anadolu’daki dev nadir toprak rezervlerini geliştirmek üzere görüşmelere başladı.
Bu hamle, Türkiye’nin NATO müttefiki ABD ile ilişkilerinde yeni bir sayfa açarken, aynı zamanda küresel tedarik zincirlerinde Çin hâkimiyetine karşı önemli bir adım olarak görülüyor.
Beylikova’da keşfedilen dev rezerv, yıllardır teknoloji transferi anlaşmaları konusunda Çin ve Rusya ile yürütülen ancak sonuçsuz kalan görüşmelerin ardından, şimdi Batı ittifakıyla stratejik bir işbirliğine dönüşebilir.
Reuters ve Bloomberg kaynaklarına göre, iki ülke Beylikova’daki cevherin ortak işlenmesi ve rafine edilmesi konusunda bir ortaklık modeli üzerinde çalışıyor.
Eğer anlaşma sağlanırsa, Türkiye’nin Çin ile 2024’te imzaladığı ön mutabakat fiilen rafa kalkabilir. Çin’in işlenmiş cevheri kendi topraklarında tutmakta ısrar etmesi ve teknoloji transferine kapalı olması, Ankara’yı Batı eksenine yönelten en kritik neden oldu.
Beylikova sahasında yapılan ön analizlere göre, cevherin %1’in üzerinde nadir toprak oksidi içerdiği tespit edildi. Bu, ekonomik anlamda üretim yapılabilir seviye olarak kabul ediliyor.
Türkiye burada sadece hammadde ihracatçısı değil, rafinasyon ve teknoloji üssü olmayı hedefliyor. Bu amaçla, Ankara’nın Avustralya Jeoloji Enstitüsü’nden JORC sertifikası alarak rezerv boyutunu uluslararası yatırımcılar önünde şeffaf biçimde belgelemeye hazırlandığı da belirtiliyor.
Görünenden çok daha büyük bir oyun
Nadir toprak elementleri, kulağa kimya laboratuvarından çıkma soyut kavramlar gibi gelebilir. Ama aslında her yerde karşımızdalar. Akıllı telefonun titreşimini sağlayan mıknatıstan elektrikli aracın motoruna, savaş uçağının radar sisteminden rüzgar türbinlerine kadar her şeyin içinde bir miktar “nadir toprak” var.
Neodimyum, praseodimyum, disprosyum, lantan… Bu isimler periyodik tablodan alınmış gibi görünse de 21. yüzyılın güç haritasını yeniden çizen elementler bunlar.
Küresel enerji dönüşümünün merkezinde, nadiren bulunan değil, nadiren işlenebilen bu metalleri kontrol etmek var. Çünkü “nadir” olan şey miktar değil, rafine edebilme kabiliyeti.
Bugün Çin, dünya nadir toprak elementleri üretiminin %60’ını, rafinasyon kapasitesinin ise yaklaşık %90’ını kontrol ediyor. Bu da dünyanın geri kalanı için büyük bir stratejik bağımlılık anlamına geliyor. ABD’nin elindeki Mountain Pass madeni bile hâlâ ham cevheri Çin’e göndermek zorunda.
Bu dengesizlik, Trump yönetiminin özellikle dikkatini çekmiş durumda. ABD, Çin’e yönelik 145%’lik yeni tarifeler ve ulusal güvenlik kapsamında başlatılan 232. Madde incelemesiyle bu alanda tam bağımsızlığı hedefliyor.
Nadir toprak elementleri, kobalt, nikel ve uranyum gibi kritik minerallerin ithalatı artık sadece ekonomik değil, ulusal güvenlik konusu olarak ele alınıyor.
Washington bu nedenle MP Materials (MP), Energy Fuels (UUUU), USA Rare Earth (USAR) ve Lithium Americas (LAC) gibi şirketlere milyarlarca dolarlık doğrudan destekler sağlıyor.
ABD Savunma Bakanlığı’nın MP Materials’a yaptığı 400 milyon dolarlık yatırım, şirketin 10 yıl boyunca neodimyum-praseodimyum üretimini garanti altına alıyor. MP hisseleri bu anlaşma sonrasında %200 değer kazandı.
Benzer şekilde, Trump yönetimi Lithium Americas’a Kuzey Nevada’daki Thacker Pass madeninin ilk fazının 2027 sonunda faaliyete geçmesi planlanan projede, ABD Enerji Bakanlığı’ndan alınacak 2,2 milyar dolarlık kredi koşullarının yeniden müzakere edilmesi sürecinde hisse alımı yoluyla destek sağlamayı teklif etti.
Bu tarz kamu–özel ortaklıkları, kritik minerallerin tedarik zincirinde bir “batı bloğu” oluşturma çabasının temelini oluşturuyor.
Türkiye bu denklemin neresinde?
Türkiye’nin nadir topraklar alanındaki potansiyeli, bugüne kadar yeterince görünür olmasa da, son yıllarda somut adımlarla yeni bir evreye girdi.
Eskişehir Beylikova’daki dev rezerv, sadece Türkiye için değil, küresel arz zinciri açısından da stratejik bir kırılma noktası. Eti Maden’in 2023’te faaliyete aldığı pilot tesis, yılda 1.200 ton nadir toprak oksidi işleyebilecek kapasitede. Bu tesis, ilerleyen dönemde endüstriyel ölçekte ikinci bir faza genişletilerek on binlerce tonluk üretim hedefliyor.
Rezervin büyüklüğü de dikkat çekici: yaklaşık 694 milyon ton cevher, 17 farklı nadir element içeriyor.
Bunlar arasında özellikle itriyum, seryum, neodimyum ve praseodimyum öne çıkıyor ki bu elementler, rüzgar türbinlerinden elektrikli araç motorlarına, askeri radar sistemlerinden lazer teknolojilerine kadar geniş bir kullanım alanına sahip.
Bu açıdan bakıldığında Beylikova sahası, Türkiye’nin enerji ve savunma teknolojilerinde dışa bağımlılığını azaltabilecek nadir fırsatlardan biri.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı TENMAK ve NATEN, bu alanda teknolojik bilgi birikimini derinleştirmek için çalışıyor. Özellikle ekstraksiyon ve ayrıştırma süreçlerinde yerli kimyasal çözümler geliştirilmesi hedefleniyor.
ABD ile imzalanması konuşulan son teknoloji ortaklığı da bu noktada kritik önemde. Anlaşmanın, Beylikova’daki üretimin saflaştırma ve manyetik malzeme üretim aşamalarında Amerikan şirketleriyle teknoloji paylaşımını içermesi bekleniyor.
Bu işbirliği sadece ekonomik değil, stratejik bir anlam da taşıyor. Zira nadir toprak elementleri NATO’nun savunma sanayii tedarik zincirinde giderek daha büyük yer tutarken, Türkiye’nin Batı ile bu alanda ortak üretime girmesi, hem jeopolitik konumunu güçlendirebilir hem de Çin’in bu pazardaki baskın rolünü dengeleyecek yeni bir eksen oluşturabilir.
Uzun vadede Türkiye, sadece hammadde ihracatçısı değil, yüksek katma değerli mıknatıs ve sensör üreticisi bir merkez haline gelebilir.
Yeni dönemin kazananları kim olabilir?
Küresel ölçekte nadir toprak hisselerine güçlü bir ilgi oluşmuş durumda. Çin dışındaki üreticiler son bir yılda %100–200 arası değer kazandı.
ABD’de MP Materials (MP), Mountain Pass madeninde üretim yapan ve 2026 itibarıyla entegre NdFeB mıknatıs üretimine geçmeye hazırlanan en büyük oyuncu. Energy Fuels (UUUU), uranyumdan nadir toprak ayrıştırmasına uzanan çift hatlı bir büyüme modeliyle dikkat çekiyor. Lynas Rare Earths (LYC) ise Avustralya merkezli olup Çin dışındaki tek büyük ölçekli ayrıştırma tesisini işletiyor. Bu üç şirket, Batı’nın Çin bağımlılığını azaltma stratejisinde ön saflarda yer alıyor.
ABD hükümetinin bu şirketlere verdiği destek, yatırımcılar için bir “güvenlik marjı” oluştursa da bu, garantili getiri anlamına gelmiyor. Devletler genellikle bu yatırımlara yeni hisse ihracı yoluyla katılıyor; bu da mevcut yatırımcılar için seyreltme riski yaratıyor.
Ayrıca, fiyat garantileri maliyet artışlarını telafi etmiyor. Bu nedenle kazanç, şirketlerin dikey entegrasyon kabiliyeti ve yönetim kalitesine bağlı olacak.
Trump yönetimi, nadir toprak tedarik zincirini Çin’den bağımsızlaştırmak için birden fazla kamu–özel ortaklığı hamlesi gerçekleştiriyor.
Türkiye için hangi şirketler öne çıkabilir?
Borsa İstanbul’da doğrudan nadir toprak üreticisi olmasa da dolaylı etkilenecek birçok şirket var.
Koza Altın (KOZAL) ve Koza Madencilik (KOZAA) madencilik altyapısı ve sermaye gücüyle bu alanda kamu–özel ortaklığı projelerine dahil olabilecek adaylardan biri. CVKMD gibi şirketler, mevcut maden sahalarında nadir toprak potansiyeli araştıran yapısıyla öne çıkıyor.
Borusan (BRSAN) ve Aselsan (ASELS) gibi şirketler ise dolaylı fayda sağlayabilecek konumda. BRSAN, rüzgar türbini ekipmanları üretiminde faaliyet gösteriyor; türbinlerde kullanılan NdFeB mıknatıslarının talebi arttıkça, sektörel zincirden pay alabilir. ASELS ise savunma sanayindeki üretimlerinde bu metallere bağımlı olduğundan, fiyat hareketlerinden etkilenen cephede yer alıyor.
Enerji hisselerinde de AYDEM, ENJSA, AKFYE, GWIND gibi yenilenebilir enerji şirketleri, rüzgar türbinlerinde kullanılan mıknatıs talebindeki artıştan dolaylı olarak faydalanabilir.
Stratejik değer, ticari değerin önünde
Nadir toprak elementleri piyasası şu anda yalnızca 5 milyar dolarlık bir büyüklüğe sahip. Yani küresel demir cevheri pazarının binde biri kadar.
Ama stratejik etkisi, piyasa değerinin çok ötesinde. Çünkü bu mineraller, savunmadan yapay zekâ çiplerine kadar her alanda kritik tedarik zincirlerinin anahtarı.
Kısacası, bu sektör büyük paralar dönen bir pazar değil, ama büyük güçlerin kozlarını oynadığı bir alan.
Türkiye’nin ABD ile attığı son adım, sadece ekonomik değil, aynı zamanda jeopolitik bir pozisyon alma hamlesi olarak değerlendirilebilir.
Doğru ilerlerse, Türkiye hem Avrupa’nın hem ABD’nin güvenilir nadir toprak tedarikçisi olabilir. Bu da enerji ve savunma zincirlerinde ülkeye büyük stratejik değer kazandırabilir.
Jeopolitik riskler yükselirken, stratejik mineraller yeni güvenli liman olabilir.
Burada yer alan bilgiler yatırım tavsiyesi içermez. Bilgi için: Midas Sorumluluk Beyanı
Bu yazı hazırlanırken faydalanılan kaynak: Bloomberg, CNBC, Simply Wall St